19 Ocak 2013 Cumartesi

Bolu Abant Hatırası

O fotoğrafların hepsine dair bir anım varken,o fotoğrafları o kızın beğeniyor oluşu..

Onun sana sevgilim,aşkım diyişi ve benim engellenmiş olmam..

Benim çektiğim fotoğraf,ben çekerken muzipçe gülümsediğin.. Eliminizde şarap kadehleriyle fransız sokağında oturuyor oluşumuz.. Buna dair hiçbir bilgisi yokken gidip o resmi onun beğenmesi adalet mi?

Benim oturduğum masaya,benim oturduğum sandalyeye,haberin bile olmadan tam 2 ay sonra gidip orada fotoğraf çektirmen..O fotoğrafı beğenirken;bunu biliyor mu?

Elinde sörf tahtasıyla poz verdiğin o fotoğrafta,sörf yapma namına hiçbir şey bilmeden sörfçü adamın üstünü giyip,sörf tahtasını eline alarak fotoğraf çektirdiğini biliyor mu?

Insanları başka ülkeye gittiğine dair kandırıp resim koyarken;biliyor mu o resmin 1 sene önce gittiğin yere ait olduğunu?

Sen arabanın derecesinin resmini yollarken,o yolladığın resimin senin arabana ait olmadığını anlayabiliyor mu? 

Sadece bunlar değil,senin hayatına dair en ufak bir şey bile bilmiyorken,benim sana bu kadar uzak oluşum adalet mi?




Bolu Abant Gölü

Hiç.. Oldu mu?


Hiç, bir insanı unutmak, bir insandan vazgeçmek,Bir insanı hayatından sonsuza kadar çıkartmak zorunda kaldın mı hiç?
Hani ölmüş gibi, hani uzatsan da elini tutamayacağını bilmek gibi,
Her an kapından içeri gülümseyerek gireceğini bekleyip
Ama aslında hiç gelemeyeceğini de bilmen gibi.
Ne zor şey değil mi ölmediğini bilmek,
Ama ölmüş gibi ulaşılmaz olması artık o insanın sana,
Ne kadar katlanılmaz bir gerçek değil mi?
Sen hala bu kadar sevgili iken?
Özlemek,
Bu kadar özlemek,
Etini kemiğini yakarcasına özlemek…
Çok kötü değil mi?
Bu kadar özleyip onu görememek,
ona dokunamamak,
onu işitememek,
Ne kadar umutsuz bir arayıştır o,
kalabalık caddede geçen binlerce yüze bakmak
belki bir kez daha görebilmek için o yüzü,
belki biraz önce geçti bu kaldırımdan diye düşünmek,
belki şu an arkamda yürüyen insanların içinde bir yerde demek,
belki şu an üzerimdedir gözleri diye paranoyalar yaşamak,
Ne zordur değil mi?
Ne kadar eritir insanı fark etmeden.
Sen de biliyorsun değil mi bunları?
Bir sinema koltuğunda sen de iki kişi gibi oturdun mu hiç?
Hiç iki kişi gibi zevk aldın mı bir konserden yalnız başına?
Güzel bir kafe keşfettiğinde,
güzel bir film seyrettiğinde,
güzel bir şarkı dinlediğinde,
güzellikleri oranında eksik kaldıklarını hissettin mi
paylaşamadığın için onunla.
Bir barın kalabalığında hiç yarım vücudunla sallandın mı ortada?
Hiç iki kişilik beyninle yarım insan olabildin mi?
Baktığında aynana sadece yüzünün bir yarısını gördüğün
oldu mu hiç?
Sana hayatındaki en büyük yoksunluğu yaşatandan
nefret edemediğin zamanlar oldu mu hiç?
Gözünün içine baka baka kolunu, bacağını kesen bir insanın yüzüne
sevgi dolu bir gülümseme ile bakabildiğin zamanlar
oldu mu hiç?
Hayatta inandığın bütün değerlerini altüst eden birisine
aşk şiirleri yazabildin mi?
Onu içinde korumanın seni yok etmek olduğu zamanlara
feda oldun mu hiç?
İçinde ağlayan çocuğa umut şarkıları söyleyemediğin,
özlemini,
susuzluğunu,
açlığını gideremediğin zamanlar oldu mu hiç?
Kanayan yarasını gördüğün,
ama merhem olamadığın zamanlar.
Gücünün,
hani o tanrısal gücünün,
bir çocuğun ağlamasını susturamayacak kadar olduğunu
gördüğün zamanlar
oldu mu hiç?

31 Mart 2012 Cumartesi

Bazen..

http://onemgunal.blogspot.com/2011/01/bazen.html?spref=fb


Yazmış,çok da güzel anlatmış..


Bazen...

Bazen konuşmak istersin uzun uzun
Bazen o müsait olmaz
Bazen sen aramak istersin o müsait olmaz
Bazen yanında olsun istersin bir ömür boyu
Bazen bir ana razı olursun
Bazen düşlersin başka bir zamanda yanımda olsaydı nasıl olurdu diye
Bazen tüm bunların ‘anlamı ne’ diye düşünürsün
Bazen bulduğunu zannettiğin cevaplar yanlıştır
Bazen tek başınasındır hayatta
Bazen o hep yanındadır
Bazen buralardan kaçıp gitmek istersin
Bazen çakılıp kalırsın olduğun yere
Bazen bu da yeter bana dersin
Bazen bu da yetmez
Bazen umutlanırsın
Bazen tükenirsin
Bazen 18 yaşındasındır
Bazen yaşayan bir ölü
Bazen buradasın
Bazen orada
Bazen benimlesin
Bazen onunla
Bazen film hiç bitmez
Bazen film hiç başlamaz
Bazen ‘sonbahar’da güneş açar
Bazen bahar hiç gelmez
Bazen hep yeni şeyler keşfedersin
Bazen keşfettiklerin yeter sana
Bazen aşıksındır
Bazen aşksızsındır
Bazen aşk terk etmiştir seni
Bazen aşk yanı başındadır
Bazen aşk çooook uzaklardadır
Bazen telefonun ucundadır
Bazen yanıbaşındadır
Bazen ne yöne baksan onu görürsün
Bazen sadece görmek istediğini görürsün
Bazen bir hikaye yazarsın kahramanı o olur
Bazen o bir hikaye yazar sen kahraman olursun
Bazen çok sevilmek istersin
Bazen sen çok seversin
Bazen hayat zor gelir
Bazen sen hayata zor gelirsin
Bazen bu aşk yeter dersin
Bazen bu aşk bana fazla dersin
Bazense ne olursa olsun bu yaşamaya değer dersin

25 Aralık 2011 Pazar

Değişir miydiniz?

Would you change? Tracy Chapman-Change

   Son zamanlarda severek dinlediğim şarkılardan bir tanesi.Her dinlediğimde her sorusunu bir kere daha düşünüyorum.Hayatımda her zaman yaptığım şeylerden pişman olmamayı deneyerek,daha sonra neden yapmadım demeden o anda onu yapmaya çalışarak yaşadım. Insanların "Neden yapmadım?" diye sormasına inat ben her zaman "Yaptım" diyerek cevap verdim.Mutsuz olduğum anlar olmadı mı? Oldu elbette ama yapmasaydım bilemezdim.Bilememenin bilmekten daha mutsuz edici olduğunu düşünürüm her zaman. Gerçeklere gözlerini kapatmak çoğunlukla yaptığım bir şeydir ama içten içe onları biliyor olurum.Salak yerine konmaktan daha iyidir.

  Peki ya siz yaptığınız için mi,yapmadığınız için mi pişman olmayı tercih edip o şekilde yaşıyorsunuz?

Şarkının sözlerini de koyayım da tam olsun.




If you knew that you would die today
If you saw the face of God and Love
Would you change?
Would you change?
If you knew that love can break your heart
When you’re down so low you cannot fall
Would you change?
Would you change?
How bad how good does it need to get ?
How many losses how much regret?
What chain reaction
What cause and effect
Makes you turn around
Makes you try to explain
Makes you forgive and forget
Makes you change
Makes you change
If you knew that you would be alone
Knowing right being wrong
Would you change?
Would you change?
If you knew that you would find a truth
That brings a pain that can’t be soothed
Would you change?
Would you change?
How bad how good does it need to get?
How many losses how much regret?
What chain reaction
What cause and effect
Makes you turn around
Makes you try to explain
Makes you forgive and forget
Makes you change
Makes you change
Are you so upright you can’t be bent
If it comes to blows
Are you so sure you won’t be crawling
If not for the good why risk falling
Why risk falling
If everything you think you know
Makes your life unbearable
Would you change?
Would you change?
If you’d broken every rule and vow
And hard times come to bring you down
Would you change?
Would you change?

11 Ekim 2011 Salı

Steve jobs ölünce..


  Gerçekten zeki adamdı.Zeki demek az bile kalır.Anlattığı gibi her şeye ragmen ayakta kalan güçlü bir adamdı.Bazıları onu öldükten sonra araştırarak tanıdı,bazıları ise her şeyini takip ediyordu.Steven Spielberg’da dediği gibi ; dünyayı parmak uçlarımıza getirdi! Üzüldük ölmesine hepimiz..Hayatımızın bir köşesinde ister istemez onun bulduğu bir şey var.Hepimiz onu tanıyoruz aslında.Huzur içinde yatsın.. 
  Ekin ayında biografisinin kitabı çıkacakmış."Çocuklarım neden yanlarında olmadığımı anlasın diye anlattım" demiş..
  Bu da herkesi duygulandıran,onu anlamayı biraz olsun sağlayan o üniversite konuşması..




STEVE JOBS-AÇ KAL BUDALA KAL


Okumak isteyenler için yazı,dinlemek isteyenler için Bu da video'su.



Apple & Pixar Firmalarının Sahibi

  Bugün dünyanın en iyi üniversitelerinden birinin diploma töreninde sizlerle birlikte olmaktan onur duyuyorum.Doğru söylemek gerekirse,ben üniversiteden hiç mezun olmadım.Ve mezuniyete en yaklaştığım an da bu an!Bugün sizlere hayatımla ilgili üç hikaye anlatacağım.Hepsi bu.Büyütülecek bir şey değil .Sadece üç hikaye…
  İlk hikaye noktaları birleştirmekle ilgili.
   İlk  6 aydan sonra. Reel Üniversitesinde derslere girmeyi bıraktım.Ancak gerçek anlamda okulu bırakana kadar bir 18 ay kadar okulda kaldım.Okulu neden bıraktım?Olay ben doğmadan başlamıştı.
   Biyolojik annem genç,evlenmemiş bir üniversite mezunu idi ve beni evlatlık vermeye karar  vermişti.
   Beni üniversite mezunu bir çiftin evlatlık almasını çok istiyordu,sonunda da bir avukat ve karısı tarafından alınmam için şey hazırdı.Tek sorun, ben ortaya çıktıktan sonra, beni evlat edinecek çiftin son anda bir kız çocuğu istediklerini anlamış olmalarıydı.Bir gece yarısı,bekleme listesinde olan müstakbel aileme bir telefon geldi:Elimizde beklemedik bir erkek bebek var,onu istiyor musunuz?
  Onlar da “tabii ki” diye yanıtladılar.Biyolojik annem,annemin üniversiteyi,babamın ise liseyi bile bitirmemiş olduğunu öğrendiğnde evlatlık verme işlemini tamamlayacak son kağıtları imzalamayı reddetti.Ancak birkaç ay sonra, ailem beni üniversiteye yollayacaklarına dair söz verince ikna oldu.
  Bu hayatımda bir başlangıçtı.Ve 17 sene sonra üniversiteye başladım.Ama saf bir şekilde neredeyse Stanford kadar pahalı bir okul seçtim.Ve emekçi ailemin bütün birikimleri benim okul parama gidiyordu .Altı ay sonra,buna değmeyeceğini farkettim.Hayatımla iligili ne yapmam gerektiği konusunda hiçbir fikrim yoktu.Ve üniversitenin de bunu bulmam için bana nasıl fayda sağlayacağını çözememiştim.Ve orda durmuş ailemin hayat boyu biriktirdiği parayı harcıyordum.Sonuçta okulu bırakmaya ve herşeyin yoluna gireceğine inanmaya karar verdim.O zaman çok korkutucu gelmişti ama geriye dönüp baktığımda hayatımda verdiğim en iyi kararlardan biri olduğunu görüyorum.Okulu bıraktığım an,zorunlu fakat gereksiz olan  ve ilgimi çekmeyen tüm dersleri almama gerek kalmamıştı.Böylece sadece bana ilginç gözüken derslere girebilecektim.Bu aslında hiç de romantik bir durum değildi.Yurt odam olmadığından arkadaşlarımın odalarında yerde yatıyor,kola şişelerinin 5 sentlik depozitolarıyla yemek alıyor, her Pazar akşamı güzel bir yemek yemek için  7 mil uzaktaki Hare Krishna kilisesine gidiyordum.Buna bayılırdım.Merakım ve sezgilerim sayesinde içine düştüğüm çoğu şey daha sonra benim için paha biçilmez deneyimlere dönüştü;
   
    Bir örnek vereyim:O zamanlar Reed  Üniversitesi muhtemelen ülkedeki en iyi kaligrafi dersini veriyordu.Kampüsteki her poster,çekmecelerdeki her etiket,çok güzel şekilde elle kaligre edilmişti.Okulu bırakmış olduğum ve zorunlu dersleri almak zorunda olmadığım için kaligrafi dersi alıp nasıl yapıldığını öğrenmeye karar verdim.Serif ve san serif yazı karakterleri,değişik harf kombinasyonları arasındaki boşluğu ayarlama,ve harika bir tipografiyi harika yapanın ne olduğu hakkında çok şey öğrendim.Çok güzeldi;tarihsel ve sanatsal  olarak o kadar inceydi ki bilim hiçbir şekilde bunu yakalayamazdı  ve ben bunu muhteşem buldum.Bunların hayatımda pratik bir uygulama bulma olasılığı yoktu.Ama on sene sonra ,ilk Macintosh’u  tasarlarken,bir anda aklıma geliverdi.Bunların hepsini  Mac’te kullandık.Mac güzel bir tipografiye sahip ilk  bilgisayardı.
   Eğer o derse hiç girmemiş olsaydım,Mac hiç çok yönlü yazı karakterlerine veya boşlukları  doğru  orantıda  kullanan fontlara sahip olmayacaktı.Windows da Mac’ten kopyaladığına göre,hiçbir kişisel bilgisayarın bunlara sahip olmayacağı muhtemeldir.Okulu bırakmamış olsaydım o kaligrafi dersine girmemiş olacaktım,ve kişisel bilgisayarlar şu an sahip oldukları  o harika tipografiye sahip olamayabileceklerdi.
  Tabii ki üniversideyken noktaları ileriye bakarak birleştirmek imkansızdı.Fakat on sene sonra geriye dönüp baktığımda her şey çok ama çok berraktı.Tekrar söylüyorum,noktaları ileriye bakarak birleştiremezsiniz;onları sadece geriye baktığınızda birleştirebilirsiniz.Noktaların gelecekte bir şekilde birleşeceğine inanmanız gerekiyor.Bir şeye güvenmelisiniz cesaretinize,kaderinize,hayata,karmaya herhangi bir şeye.Çünkü noktaların ileride birleşeceğine inanmak size kalbinizin sesini dinleme rahatlığını verir.Bu yaklaşım beni hiçbir zaman yolda bırakmadığı gibi hayatım da bütünüyle değiştirdi.
  
   İkinci hikayem sevgiyle ve kaybetmekle ilgili .Hayatımın erken bir döneminde neyi sevdiğimi bulduğum için şanslıydım.Woz(Steve Wozniak) ve ben Apple’ı 20 yaşındayken ailemin garajında kurduk.Çok yoğun çalıştık,ve 10 sene sonra Apple garajdaki iki kişiden,4000 çalışanı olan 2 milyar dolarlık bir şirkete dönüşmüştü.En nadide ürünümüz Macintosh’u piyasaya sürdüğümüzde ben 30 yaşına yeni basmıştım.Ardından kovuldum.Kendi kurduğunuz bir şirketten nasıl kovulabilirsiniz?Şöyle.Apple büyük bir şirket haline gelmişti ve bizde şirketi benimle birlikte yönetebilecek,yetenekli olduğuna inandığım birine işe aldık.Ve ilk sene işler iyi gitti.Fakat daha sonra,geleceğe yönelik görüşlerimiz farklılık göstermeye başladı  ve bir noktada koptu.Bu noktada yönetim kurulumuz onun tarafında yer aldı.Sonuçta 30 yaşında dışarıda kalmıştım.Hem de herkesin gözü önünde.
   Hayatımın odak noktası olan şey bir anda yok olmuştu,bu büyük bir yıkımdı.Bir kaç ay ne yapacağımı bilemedim.Bir önceki girişimci nesli yüz üstü bırakmış,rütbe tam bana teslim edilirken onu elimden düşürmüş gibi hissetmiştim,Dave Packard ve Bob Noyce’dan bu başarısızlığım için özür diledim.Fazla göz önünde olan bir başarısızlık sembolü olmuştum  ve vadiden kaçmayı bile düşündüm.Fakat içimde bir şeyler uyanmaya başladı,yaptığım işi hala sevdiğimi farkettim.Apple’da olanlar bunu en ufak şekilde değiştirememişti.Dışlanmıştım ama hala aşıktım.Ve yeniden başlamaya karar verdim.O zaman farkına varmamıştım ama Apple’dan kovulmak başıma gelebilecek en iyi şey olmuştu.Başarılı olmanın ağırlığı yeniden başlamanın hafifliğiyle yer değiştirmişti,hiçbir şey hakkında eskisi kadar emin değildim.


   Hayatımın en yaratıcı dönemine girmek üzere özgürleşmiştim.Sonraki beş sene NeXT adında bir şirket kurdum,Pixar adında başka bir şirket,ve eşim olacak inanılmaz kadına aşık olmuştum.Pixar’da dünyanın ilk bilgisayar animasyon filmi Toy Story’yi yarattık ,şu an dünyanın en başarılı animasyon stüdyosuyuz.İnanılmaz olaylar zincirinden sonra,Apple NeXT’i satın aldı,ben Apple’a döndüm ve Apple’in yenilenmesinin kalbinde NeXT’te geliştirdiğimiz teknoloji yatıyor.Ve Laurence ile harika bir aile kurduk.Apple’dan kovulmamış olsaydım,bunların hiçbirinin olmayacağından son derece eminim.Tadı çok kötü bir ilaçtı,ama sanırım hastanın da buna ihtiyacı vardı.Bazen hayat kafanıza bir tuğlayla vurur.Sakın inancınızı kaybetmeyin.Devam etmeme  sebep olan şeyin yaptığım işe olan aşkım olduğuna ikna olmuş durumdayım.Neyi sevdiğinizi bulmanız gerek.Ve bu aşklarınız için geçerli olduğu gibi işiniz içinde de geçerlidir.İşiniz hayatınızın büyük bir kısmını kaplayacak ve gerçek anlamda tatmin olmanın tek yolu harika bir iş olduğuna inandığımız şeyi yapmanızdır.Ve harika bir iş yapmanın tek yolu ise yaptığınızı sevmenizden geçer.Henüz bulamadıysanız,aramaya devam edin.Ve yılmayın!Tüm gönül meseleleri  gibi,onu bulduğunuz zaman anlayacaksınız.Ve her büyük ilişki gibi ,seneler geçtikçe daha da güzelleşecek.Yani bulana kadar devam edin.Yılmayın!


   Üçüncü  hikayem  ölüm hakkında.On yedi yaşındayken,şöyle bir şey okumuştum:Her gününü,hayatının son günüymüş gibi yaşarsan,günün birinde haklı çıkarsın.Bu cümle beni çok etkilemişti. Ve o günden bu yana yani 33 yıldır,her sabah aynaya bakıp,kendi kendime hep şunu sordum:Eğer bugün hayatının son günü olsaydı,bugün(normalde)yapacağım şeyleri yapmak istermiydim?Uzun süre art arda “Hayır”yanıtını verdiğimde,bir şeyleri değiştirmem gerektiğini anladım.İnsanın kısa süre içinde öleceğini bilmesi,yaşantısına damga vuracak kararlar vermesi açısından büyük önem taşır.Çünkü her şey,tüm dış beklentiler,gururlar,küçük düşme ya da başarısızlık korkuları tüm bunlar ölüm karşısında değerlerini yitirir,yalnızca ölümdür önemli olan.Öleceğenizi hatırlamak,kaybedecek bir şeyler olduğu düşüncesini yok etmenin bildiğim en iyi yoludur.Zaten çıplaksınız..Yüreğinizin sesini dinlememek için hiçbir neden yok.Bir yıl kadar önce bana kanser teşhisi kondu.Sabah 7:30’da girdiğim ultrasonda pankreastaki tümör bariz bir şekilde görünüyordu.Bense pankreasın ne olduğunu bile bilmiyordum.Doktorlar bu tip bir kanserin tedavisinin neredeyse imkansız olduğunu ve üç ila altı aydan fazla yaşamayı beklemememi söylediler.Doktorlarım gidip işleri yoluna koymamı tavsiye ettiler.Bu,doktorların onların “ölümü bekle”deme biçimiydi.Bu ,çocuklarınıza ilerideki 10 yıl içinde söyleyeceklerinizi birkaç ay içinde söylemeye çalışmak demekti.Bu,aileniz rahatı için gerekli her şeyin kısa zamanda yapılması demekti.Bu veda etmek demekti.Bütün gün o teşhisle yaşadım.Akşama doğru biyopsi yapıldı, mide ve bağırsaklarımdan geçerek bir iğneyle pankreasımdaki tümörden birkaç hücre aldılar.Ben narkozla uyutulmuştum,fakat eşimin söylediğine göre doktorlar alınan hücreleri mikroskobun altına koyduklarında sevinç çığlıkları atmışlar.Benim kanserim ameliyatla tedavi edilebilecek bir türdenmiş.Ameliyat oldum ve şükürler olsun şimdi iyiyim.Beni  ölüme en çok yaklaştıran olay budur ve umarım uzun yıllar boyunca bir daha bu denli yaklaşmam.Bu deneyimi yaşamış biri olarak diyebilirim ki ölüm faydalı fakat sadece entelektüel bir kavramdır.Hiç kimse ölmek istemez.Cennete gitmek isteyenler bile,oraya gitmek uğruna ölümü göze almak istemezler.Oysa ölüm hepimizin ortak sonu.Şimdiye dek hiç kimse ölümden kaçamamıştır.Bunu böyle de olması gerekir,çünkü ölüm hayatın en güzel icatlarından birisi.Hayat ‘ın değişim ajanı.Yenilere yer açmak için,eskilerden kurtulmanın tek çaresi.Şuan için yeni sizsiniz.Ama günün birinde,üstelik pek yakında siz de eskiyecek ve aradan çıkarılacaksınız.Bu kadar acımasız olduğum için üzgünüm ama gerçek bu.Zamanınız kısıtlı,bu yüzden başkalarının hayatını yaşayarak onu harcamayın.Başkalarının düşüncelerinin sonuçlarıyla  yaşama dogmasına takılıp kalmayın.Başka insanların fikirlerinin gürültüsünün kendi kalbinizin sesini duymanızı engellemesine izin vermeyin.Ve en önemlisi kalbinizin ve sezgilerinizin yolundan gidecek cesarete sahip olun.Kalbiniz ve sezgileriniz ne yapmak istediğinizi bilirler.Bunun dışındaki her şey ikinci planda.Gençliğimde,The Whole Earth Catalog adında bizim neslin kutsal kitaplarından sayılan inanılmaz bir yayın vardı.Steward Brand adında biri tarafından buradan hiç de uzak değil Menlo Park ‘da şiirsel bir tarzla kaleme alınmıştı.Size anlattığım bu olay,60’lardan kalma masa üstü bilgisayarlardan ve bilgisayar destekli yayınlardan önce, yani bu dergi daktilolar makaslar ve polaroid kameraların yardımıyla yapılmıştı.Google ortaya çıkmadan 35 yıl önce,dergi formatında bir Google gibiydi:idealistti,anlaşılır bilgiler ve harika görüşlerle doluydu.Stewart ve ekibi bunun bir çok baskısını yayımladılar ve dergi miadını doldurduğunda son bir baskı yaptılar.70’lerin ortalarıydı, o zamanlar sizin yaşlarınızdaydım.Son baskının arka kapağında,sabahın erken saatlerinde çekilmiş bir yol fotoğrafı vardı.Hani her maceracının kendini otostop çekerken bulabileceği yollardan biri.Fotoğrafın altında şu sözler yer alıyordu:Aç kal,Budala Kal(Stay Hungry.Stay Foolish).Aramızdan ayrılırken bize verdikleri veda mesajları buydu.Aç  kal  budala kal.Kendim için hep bunu diledim.Ve şimdi,sizin gibi yeni mezunlar içinde aynı dilekte bulunuyorum:Aç kalın ,Budala kalın.Hepinize çok teşekkür ederim.


5 Ekim 2011 Çarşamba

Düşüş maceraları vol.2

  Düşme hakkında ki sorunlarım ilkokuldayken başladı.O zamandan bilmeliydi annemler bunun benim hayatımda bir sorun olacağını.. Bu top 1 olarak nitelendirdiğim,çünkü olayların başlangıcı :)

  Ilkokuldayken,bir koşu yarışması yapılmıştı stadyumda.Televizyonlarda da canlı olarak yayınlanıyordu.Neden küçücük çocukların yarışmasını yayınlarlar,bilmiyorum.Belki de 23 Nisan'dı.O kadar ayrıntıyı ben hatırlamıyorum. Sadede geleyim,koşunun start anı için yerlerimize geçtik,düdük çaldılar.Ve evet,ben koşunun start anında YUVARLANDIM.Koşamadan,koşan tek ben vardım.Annem hemen beni kucağına almıştı.Canım berbat bir şekilde yanıyordu ve kameralar gelip beni çekmeye başlamıştı.Spikerin birinin bana lolipop verdiğini hatırlıyorum en son olarak da..

  
  Bu üzerimde ki koşu lanetinin başlangıcı oldu.Sonra da bir daha hiç düzelmedi. Diğer hikayeyi de en kısa zamanda anlatacağım :))


Teselli şarkısı olarak

30 Eylül 2011 Cuma

Düşüş maceraları vol.1

  Hayatımda her zaman hızla koştuğum şeylerin sonunda düşmek zorunda mıyım? Hatırladığım muhteşem düşüş hikayelerimin üçüncüsünü de bugün yaşadım.Vol.1 olsa da bu en iyi ikincisi oldu.Diğerlerini başka gün anlatacağım,bugün yaşadığımı şimdi anlatayım.


  Arkadaşıma yemeğe gidiyordum,trafik çok fazla olduğu için otobüsten inip,metroya binip Mithatpaşa caddesine inmek yerine,koşarak Asansör durağına giderim oradan binerim düşüncesiyle indiğim gibi başladım koşmaya.Merak etmeyin,fazla sürmedi yolun kalanını topallayarak yürüme bölümüm,15.sn'de ben düşmüştüm.Öyle bir düşüştü ki,etrafımdaki insanlar ne yapacağını şaşırdı.13-15 kişi başıma toplandı birileri su getirdi.Ben hala geç kalmamın derdindeydim.O anda olayın sıcaklığından pek farketmesem de yürümeye başladığımda anladım ki çok kötü düşmüşüm.Her tarafımdaki çizikleri saymıyorum da,sağ elim ve sağ dizim,sol ayak bileğimin dışı ve sol omzumu nasıl bu kadar kötü yapabildim ona şaşırıyorum.


  Şimdi şişmiş bir dizle ve omuzla oturmuş bunları yazıyorum.Bu arada yemeğe yetişemedim :))